14 Nisan 2016 Perşembe

Çöl Kraliçesi ve Antep

            Bir kitap okuyorum, hemen hemen bitirmek üzereyim, beni çok etkilediği için bitirmeyi  beklemeden birşeyler yazmak istedim.
            Gertrude Bell ismini ilk Diyarbakır Yahoo gurubundan duymuştum. Birinci dünya savaşından önce ve sonra özellikle Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu’da çok aktif istihbarat çalışmaları yapan, hatta bugün Ortadoğu’da kullanılan sınırları belirleyen kadın olarak geçiyordu.
O zaman herhalde İnternet’e bakıp hakkında biraz daha bilgi edinip, sonra da unuttuğum birisi olarak kişisel tarihimde yerini almıştı. Arkadaşım Fazilet İğde, ile bir telefon konuşmasında Çöl Kraliçesi isimli bir kitap okuduğundan bahsetti. Kitabı biraz anlatınca Gertrude Bell’in hayatı olduğunu anladım. Derken: “satın alma da ben bitirdim sana göndereyim” dedi. Gönderdi, açtığımda 500 sayfalık kalın bir kitap olduğunu gördüm. Nasıl okurum filan derken, bir anda okuyuverdim ve çok etkilendim. Gertrude Bell’in çelik uçlu tahta kalemi mürekkebin içine daldırarak yazdığı güncesinden ve notlarından oluşan kitap, bugünkü Ortadoğu’yu bütün çıplaklığığla ortaya koyuyor. Janet Wallach yazmış, Püren Özgören Türkçeleştirmiş. Bir kitabı iyi yapan, tabi ki yazarı... Ama, başka dile tercüme edildiği zaman tercüman, en az yazarı kadar önemli... Yazarın dile getirdiklerini tercüman bir başka dile aktarıyor çünkü. Bunun önemini gerçek anlamda anlayan  yazardan birisi Ahmet Ümit oldu. Son kitabını tanıtırken, kitaplarını diğer dillere çeviren bütün tercümanların yanısıra Türkiye’deki tercümanları da davet etti ve tarihe geçecek bir etkinlik düzenledi. Demem o ki, Püren Özgören fevkalade iyi bir iş çıkarmış Çöl Kraliçesini tercüme ederek.
            Şimdi gelelim 14 Temmuz 1868’de İngiltere’de dünyaya gelen Gertrude Bell’e... Soylu bir ailede doğuyor, zengin bir yaşamı var ama hayat onun için hiç kolay olmuyor. Zira, 3 yaşındayken annesini kaybediyor. 7 yaşındayken babası tekrar evlenip, eve bir üvey anne getiriyor. Üvey Anne, hayatı boyunca Gertrude’da hep destek veriyor. Zaten kitabı meydana getiren metinlerin bir kısmı da Anne olarak benimsenen Florence’sa yazılan mektuplardan oluşuyor.
            Yatılı kız okullarında başarıyla okuyan Gertrude, Oxford Üniversitesi’ne giden ender kızlardan birisiydi. Devlet adamları, krallar, başbakanlar, diplomatlar, düşünürler, bilimadamı ve akademisyenler ta 12. Yüzyıldan beri Oxford üniversitesine gittiler. Entellektüel ve soyluların bulunduğu seçilmiş insan topluluğunun bulunduğu bir okula kabul edilmek, Gertrude’un zaten güçlü olan özgüvenini iyice sağlamlaştırdı.
            Gertrude’un  okul kıyafeti, uzun bol bir siyah elbise, bağcıklı siyah bot ve kafasına sıkıca geçirdiği dört köşeli siyah kepten oluşuyordu. Ders gördükleri sınıfta 200 erkeğin arasında bir yerde oturmak yerine, ders veren hocanın üzerinde durduğu yüksek platforma ki sandalyede oturdu.
            Gertrude Oxford’da bir taraftan Radcliffe Kütüphanesine kapanıp bol bol okurken diğer taraftan da serpildi, gelişti, güzel bir kız oldu. Kambur durduğu için halasının öğüdüyle sırt tahtasıyla yarım saat yürüdü, ve o marazdan kurtuldu.
            İlginç olan, aralarında Sir Thoms More, Oliver Cromwell, Edmund Halley, Thomas Huxley, William Morris, John Ruskin gibi bilim adamı, şair ve edebiyatçıların bulunduğu erkekler Oxford’da eğitildiler, cüppelere büründüler ve bekârlığı kabullendiler. Yani tüm bu saydığım isimler, Oxford’da okumalarına karşılık bekar kalmayı kabul ediyorlar. Derken,
1874’te erkek öğrencilerin evlenmesine izin verilince Oxford’un havası biraz değişiyor. 1879’da şair Wordsworth’un torunu Elizabeth Wordsworth kız öğrenciler için açılan Lady Margaret Hall’un ilk müdiresi olunca, daha da büyük değişim yaşandı, 1886’da Gertrude aynı yurtta kaldı.
            Miss Wordsworth kızlar okulunun müdiresi olarak ilk görevinin öğrencilerini evliliğe hazırlamak olduğuna inanıyordu. Tanrı kadını “Âdem’e hizmet edecek eş” olarak yaratmıştı. O nedenle genç bir kadın güzel yazı yazmalı, kusursuz el işleri yapmalı, ev işlerini zarifçe eda etmeliydi. Kızlar dersleri öğrenmek için sınıfa gelmeli, özel hocalardan ders almalı ama entellektüel fikirlerin peşinde koşmamalıydı! Çağdaş düşünür Herbert Spencer’ın belirttiği gibi düşünmek kadınlar için tehlikeliydi! Beyinlerini aşırı zorlamak, doğurganlıklarını zayıflatabilirdi!
Diğer taraftan, Dekan John Burgon kızlara: “Tanrı sizi bizden aşağıda yarattı; zamanın sonuna kadar da aşağıda kalacaksınız” diyordu. Oysa Gertrude Bell kendini kesinlikle aşağıda hissetmiyor, erkeklerle eşit görüyordu. Bu konuda babası en büyük destekçisiydi. Tek inandığı şey ailesi ve Britanya İmparatorluğu’ydu. İngilizlerin dünyayı yönetmek üzere seçildikleri inancındaydı. Kendisine aradığı yaşama gayesini Ortadoğu’yu anlamak, bilmek, anlatmak ve kurmak üzerine oluşturdu.   
Gertrude, İngiltere’de yatılı okula giderken, aynı yıllarda dünyanın bir köşesi Antep’te de Misyonerler tarafından açılmış yatılı kız okulu vardı ve ona devam eden öğrenciler bulunuyordu. Gertrude Oxford’da okudu, Antep’deki kızların da Merkezi Türkiye Koleji’nin Maraş’daki yüksek kız okulunda okuma şansları bulunuyordu. Kadının erkeğe hizmet edecek eş ve iyi çocuklar yetiştiren bir anne olarak eğitilmesi, Misyonerler tarafından açılan Amerikan Kız Kolejleriyle, Cumhuriyet’in ilk yıllarında açılan Kız Meslek Liselerinin temel felsefesiydi.
Çöl Kraliçesi, benim de yetiştiğim yakın tarihi anlatıyor. Bana da bir iyilik ediyor ve Ortadoğu’yu anlamam da yardımcı oluyor. Öğrendiklerimi sizinle paylaşacağım.
Ayfer Tuzcu Ünsal       
           







Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net