Geçtiğimiz hafta iki sevdiğim insan edebiyete intikal etti: Tuncel Kurtiz ve Dr. Ali İhsan Tahtacı... Tuncel Kurtiz, benim gençliğimin sanatçısıydı; Dr. Tahtacı ise, aynı dönemin önemli doktoru...
Senesini hatırlamıyorum, 1960 ların sonları olmalı... O zamanki Ses Sinemasının sahnesinde Pir Sultan Abdal’ı oynuyordu Kurtiz... Üzerinde beyaz kaftan gibi bir giyecek, kafasında ona uygun bir puşi, müthiş bir oyun sergiliyordu... “Baci, doğri söyler” diyordu... Bu ve buna benzer replikler aklımda kalmış. –Şu tesadüfe bakın, Dr. Tahtacı hakkında daha fazla bilgi almak için kızı Günsan’a telefon ettiğimde, Günsan’ın da aklında kalan aynı replikleri, telefonda beraber söyledik. Demek ki o dönem,hafızamıza kazımış kendisini Tuncel Kurtiz.-
Aradan seneler geçti, köprülerin altında çoook sular aktı ve ben Nejla ve Erhan Şeker’le pek de sıkı arkadaş oldum. Erhan, Tuncel Kurtiz’in kayınbiraderiydi... Ablası Menend Hanım, Tuncel Bey’le evliydi. Hep birlikte Güre’nin Çamlıbel köyünde yaşıyorlar ve Zeytinbağı isimli butik otel işletiyorlardı. Oraya defalarca gittiğim için tabii ki Tuncel Kurtiz’le de karşılaştım, uzun sohbetler etmek imkanı buldum. Bir keresinde kendisine gençliğimde seyrettiğim oyunlarından replikler aktardım, çok duygulandı... Bana, bir cd sini hediye etti.
Başka bir sefer, galiba ilk gidişimdi... Paula Wolfert, Mahmut Boynudelik ve Mesut’la gitmiştik. Paula, ilk kez Türk tiyatro sanatçısı ile tanışıyordu, pek etkilenmişti... Bana seyahat boyuna “Tuncel Kurtiz, müthiş bir karakter olmalı” demişti.
Tuncel Kurtiz,Çamlıbel Köyü ile Tahtakuşlar köyünün tam sınırı olan hoş bir evde yaşıyordu. Kütüphanesini çok merak ettiğim için, Erhan bana Tuncel Bey’in kitaplarını gösterdi... Aman Allahım, ne kitaplar vardı, ne kitaplar... Onları görünce Kurtiz’in neden muhteşem bir sanatçı olduğunu anladım. Oynadığı/canlandırdığı tiplerin karakterlerini okumakla kalmıyor, o dönemlerdeki yaşam koşullarını da öğrenmeye çalışıyordu. Tuncel Bey’i diğerlerinden ayıran ya da kullandığı repliklerin hafızamızda yer etmesini sağlayan en önemli fark da buydu herhalde.
Babamın, Dr. Ali İhsan Tahtacı ile nasıl tanıştığını hatırlamıyorum. Ama hayatımızdaki rölünü katiyen unutmuyorum. Annemin, 1967 senesinde bir böreği alındı. 9 ay süresince de ameliyat yarası kapanmadı... O zaman sadece açık ameliyat yapıldığı için ağrısı sızısı pek fazla, fıtık olmuş ve yara kapanmadığı için de morali çok bozuk... Tam bu sırada Ali İhsan Bey girdi hayatımıza... Gün aşırı, mesaiden sonra evimizi ziyaret eder, Annem’e pansuman yapar, babamla da uzun sohbetler ederdi. Dr. Tahtacı’nın sık sık gelip, Annem’e moral vermesi, ona korkulacak bir durum olmadığını, bu tür vakaların olabileceğini söylemesi, Annem üzerinde muhteşem bir doping yapmıştı. Ameliyat arkası, hüzünlü ve bir hasta evi durumundaki evimiz, normal yaşantının devam ettiği huzurlu bir ortama dönüşmüştü. 1967 veya 68 senesinde büyük kar yağmış, biz okula gidememiştik. Başkarakol’dan yukarı, Ordu Caddesi tamamen kapanmış, vasıta falan işlememişti. O durumda bile, Dr. Ali İhsan Bey, arabasını Başkarakol’da bırakıp, bizim eve kadar yürümüş, Annem’in pansumanını yapmış,biraz da bizde oturup, moral vermeye devam edip, tekrar geri arabasına yürümek suretiyle evimizden ayrılmıştı. Yani, kar yağıp, ortalık kapanmasına rağmen, Doktor Amcamız bizi bırakmamıştı...
Hasta-Doktor ilişkisinde çok anımız var, ama ben burada kızı Günsan Tahtacı Çetin’den dinlediklerimi yazmayı tercih edeceğim.
Ali İhsan Tahtacı, bilinçli olarak tıbbiyeye gidip, doktor oluyor. Evlenmesi de ilginç... “Bir diş hekimi ile evlenmeliyim” deyip, Diş Hekimliği Fakültesinden kendisine Günsel Hanım’ı eş olarak seçiyor. Günsan’a: “Yaaa, insan hiç tanımadığı, kendisine direkt evlenme teklif eden birisi ile nasıl evlenir?” dedim. Günsan, o soruyu Annem’e biz de sorduk. Bize: “Dünyaya tekrar gelsem, babanızla evlenirdim” dedi, dedi!
Günsel-Ali İhsan ve minik Günsan Tahtacı Anadolu’nun her yanını gezmişler. Öyle ki, Günsan, 5 senelik ilkokul süresince tam 6 ildeki ilkokular da okumuş. Gezdikleri iller arasında, Siirt, Uşak, Tire (İzmir), İstanbul, Urfa, Taşköprü (Kastamonu) ve Sivas var. Urfa’dan Taşköprü’ye sürgün olarak gelmiş, oradaki Sağlık Ocağı niteliğindeki binayı, kendi cebinden yatak vb alıp donatmış ve günde de 12 ameliyat yaparak, kendi rekorunu kırmış Dr. Tahtacı.
Sivas’tan sonra, Gaziantep’e geliyorlar. Babamla tanışması da bu sırada galiba... Günsan diyor ki: “o zaman TV filan yoktu biliyorsun. Eğer, gün içerisinde zor bir ameliyat yapmışsa, hastanın durumu kritikse, biz evde radyo filan açamazdık. Bize sürekli “lütfen ameliyat olan hastam için dua edin” derdi.
Siirt’de de ilginç bir anısı var, Ali İhsan Bey’in: Genellikle doğum sonrası, kanama geçiren hastalara gider, onları iyi edermiş. Bir gün yine doğum sonrası kanamalı bir hastamız var diye götürmüşler. Meğer, Hamido ve Koçero isimli eşkiyalardan biri diğerini vurmuş. Mağarada yatan yaralı eşkiyayı ise, Dr. Tahtacı tehditle tedavi etmek zorunda kalmış. Tam 10 gün hastanın yanında mağarada tutmuşlar Doktor Bey’i... Hasta iyileştikten sonra onların o kadar güvenini kazanmışki, Siirt çıkışında, diğer arabaları çevirdikleri halde Ali İhsan Bey’inkini çevirmezlermiş! O nedenle de Devlete ait kıymetli evrak, vb dökümanlar hep onun arabası ile taşınırmış...
Günsan’la, Antepli doktor babasının muhteşem bir ilişkisi var! Günsan diyor ki: “Ben hayatla mücadele ederken, önce babamla mücadele etmek zorundaydım!” Bir hekim olarak, etik değerlerin tümüne vasıf, hastasını kucaklayıp, kendi hastanesinde hiçbir ücret almadan, hatta ilacını da verecek kadar yüksek değerlere sahip bir insan Dr. Tahtacı... Ama, kız çocuğuna karşı davranışı, tam Anteplice... Bu konuyu daha geniş ve detaylı sonra yazacağım.
Hayatımda çok saydığım ve sevdiğim iki insan bu dünyadan ayrıldılar. Tuncel Kurtiz’e ve Dr. Ali İhsan Tahtacı’ya iyi ki vardınız, iyi ki sizleri tanıdım, mekanınız cennet olsun diyorum. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder