10 Aralık 2012 Pazartesi

Esra ile on sene boyunca


Esra ile 1999 yılında Harput’ta güneş tutulmasını izlemiştik. Muhteşem bir deneyimdi. Harput ilçesinde bir tepe üzerinde konuşlanmış, bu ilginç doğa olayını büyük bir merak ve heyecanla izlemiştik. Günün tam ortasında saat 12:30 gibi hava kararmış ve sokak lambaları yanmıştı. Kocaman tepenin üzeri meraklı izleyenlerle doluydu.


Yanlış hatırlamıyorsam, dev teleskoplarıyla gelen çok sayıda yabancı vardı. O kadar kalabalıktı ki, neredeyse sırt sırta duruyorduk. Yanımdaki Japon ve Güney Afrikalı iki meraklıyla biraz sohbet ettim. Bana, güneş tutulmasını izleyenlerin bir sivil toplum örgütü oluşturduklarını ve tutulmanın olduğu ülkelere seyahat ettiklerini anlatmışlardı. Gerçekten de müthiş bir olay, insanın imkanı varsa, tutulma olan ülkeye gidip seyretmeli bence.
                İstanbul’dan güneş tutulmasını izlemek için gelen gazetecilerin bazılarını Köytür ağırlamıştı.  Ağırlanan gurubun özelliği yemek konulu dergi veya yayınlarda çalışıyor olmalarıydı. Ben de onlara bölgede çok tüketilen bulgur çeşitleri hakkında bilgi vermiştim.
                2000 yılında Köytür, Gaziantep’te tavuk yemekleri etkinliği yaptı. Etle pişirilen yemeklerin tavukla da pişirilebileceği uygulamalı örneklerle anlatıldı konuklara. Esra’da Sabah gurubunu temsilen katılmıştı toplantıya. Bu süre içerisinde  Antep’te pek keyif aldığımız günler geçirmiştik.
                “Türkülü yemekler” benim İzmir’de Akdeniz Mutfakları Konservatuvarının düzenlediği toplantıya sunduğum bildirinin ismi idi. Takvimler 2002 yılını gösteriyordu. Konuşacaklarımı harıl harıl çalışırken Esra telefonla aradı. “Ayfer Hanımcım, galiba artık Mutfak Dergisi’ne yazmıyorsunuz” dedi. “Doğru, yazmıyorum” dedim. “O zaman, benim yazıişleri müdürü olduğum Sofra dergisine yazarmısınız?” dedi. Hiç düşünmeden kabul ettim. Zira, Esra ile anlaşabileceğimi biliyordum.
                Aradan tam on sene geçti. Bu süre içerisinde Esra, anne oldu. Bütün olumlu çabalarına rağmen yürütemediği evliliğini bitirdi. Sofra’nın genel yayın yönetmenliğine terfi etti. Ve geçen sene ikinci bir evlilik yaptı. Beyoğlu Evlendirme Dairesindeki nikahına çok arzu ettiğim halde gidemedim. Kendisine, “Antep’te gelin daveti derler, ben seni yeni eşin ve çocuğunla yemeğe davet edeyim” dedim. Sevinerek kabul etti ve davet yemeğini gerçekleştirdik. Yemek masasına oturdu, tabaktan bir zeytin böreği aldı ve “Ayfer Hanımcım, bana söz verin bu mönünün aynısını tekrar pişirin Sofra dergisinde yayınlayalım” dedi. Ben de nezaket icabı reddetmedim, ama duyulması neredeyse imkansız çok kısık bir sesle “olur” dedim.
                Veeee dün, Esra’nın istediği yemeklerin yanısıra başka yemekler de ekleyip, 7 çeşit Antep yemeği yaptım Sofra okurlarının görsel zevkleri için. Bir defa alışveriş yapmak, etleri hazırlatmak için uzun bir süre gerekti. Yemeklerden birisi olanTaraklık sarma için kullanacağım ipi almaya Eminönü’ne gittim. Muhteşem yağmur yağmasına rağmen –yağmur yağmıyor, üzerimize kova ile su boşalıyordu adeta- eşim, büyük bir sabırla benimle beraber ip aradı! Sonunda muradıma erdim ve üç çeşit ip buldum: kendirketen ve jüt. Her birinden bir bobin; kendirden ise bir kelep aldım. Kendirin gerisinde muhteşem bir hikaye vardı, onun için de astronomik bir fiyat ödedim.
                Khanım Kıraçyan Leylekyan’ın tarifi olan Taraklık sarmayı Esra pek beğendi. “Ben, şimdiye kadar böyle bir yemek yemedim çok farklı bir tat” dedikten sonra: “bu yemeği Sabah okurları için tek başına yazmalısınız” diye de ekledi.
                Yemek fotoğrafçılığı artık başlı başına bir sanat dalı. Esranın da dediği gibi, daha önceki senelerde malzemelerin, etlerin, sebzelerin, yemeklerin hep beraber yer aldığı karmaşık fotoğraflara göre, şimdiler de gayet sade, anlaşılır görseller kullanılıyor artık. 7 çeşit yemeği ve sirke ebelerini çekmek, 8 saat falan sürdü. Hep beraber  yorulduk, ama çok keyif aldık. Yemek de yedik, çay, filtre kahve de içtik.
                Salonu stüdyo haline getirdik. Bir tarafa, kullanılacak örtülerin taze taze ütülenmesi için  ütü masası kuruldu. Benim, herbir yerimi karıştırıp –sonra buldukları gibi düzenlediler tabii- tüm bakır kap, oya gibi eşyalarımı kullanarak fotoğraf çekimini gerçekleştirdiler.
                Dün, çok telaşlıydım herhalde... Esra’nın fotoğrafını çekmemişim. O, benim fotoğraflarımı çekmiş! Deniz manzarasına karşı konulmuş güzel bir beyaz koltuğum var. Esra, pek sevdi onu: “Ayfer Hanımcım, bu koltukda pozitif bir enerji var. Hafif uzanınca kendimi çok iyi hissettim. Ama, siz yorulurken benim burada keyif etmem, beni rahatsız ediyor” dedi ve koltuktan kalktı! Maalesef, koşturmadan o koltukta fotoğrafını çekemedim Esra’nın.
                Sayfada fotoğraflarını göreceksiniz... Dövmeli alaca çorba, şiveydiz, ekşili taraklık tavası, meyhane pilavı, pirpirim aşı, taraklık sarma, zeytin böreği ve Antep usulü tarhana yaptım. Esra Düzdağ’a söz verdiğim gibi Taraklık sarma’yı Pazartesi gününe yazacağım.


Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net