6 Ekim 2015 Salı

Köpüğü bitmeyen Kahve

KÖPÜĞÜ BİTMEYEN KAHVE
Ayfer Tuzcu Ünsal
Erhan, Nejla ve Kerem Şeker’i çok özledik, bu bayram kalktık Edremit Körfezi, dolayısiyle Kaz dağlarına gittik. Soyisimleri gibi, hepsi de pek şekerdir. Hem ziyaret, hem ticaret spa’da yapalım dedik ve ona göre bir otel arayışına girdik. Tam Körfez’de baktık, bir Ramada Oteli açılmış,
internetten harıl harıl satıyorlar. Otele telefon açtık, telefon bağlı olmadığı için irtibat kuramadık. Gazeteci Atilla Karaduman’da aynı yerde yaşıyor, ona Ramada’ya telefonla ulaşamadığımızı söyledik. Biraz araştırdı ve o da otele ulaşamadı. Sonunda Erhan’a sormayı akıl ettim, telefonda güzel bir kahkaha attı ve “yahu orası daha açılmadı ki” dedi. Açılmamış Oteli internetten nasıl sattıklarını da bir türlü anlayamadım! Erhan bize Venüs Oteli tavsiye etti. Venüs’ün de internetten satılan fiyatıyla, bize verilen fiyatı tutmadı. Daha doğrusu biz, otele talip olduktan sonra fiyatı yeniden düzenlediler. O da bizde bir kararsızlık yarattı. Sonra Erhan, pek sitayişle tavsiye ettiği için gitmeye karar verdik. Yani, Türkiye’de yaşadığımız nasıl belli değil mi? Açılmamış otel, internetten satılıyor; diğer bir otelde fiyat değişmiş internete yansımıyor. Yorumu siz yapınız...
Efendim, benim sevgili kocam, pek titiz bir insandır. Kolay kolay birşey beğenmez. Venüs Otel’i pek beğendi. Galiba ilk defa kaldığı bir otelde hiç eksik bulamadı! Hiç üşenmez, otelin inşaat kalitesini detaylı olarak inceler. Venüs’ü de öyle yaptı, her yerini inceledi ve hata bulamadı! Bu arada Erhan sürekli beni arayıp: “Ayfer, Otelin sahibi Yaşar Bey’le mutlaka tanışmalısın” diyor. O kadar ısrar etti ki sonunda tanışmak zorunda kaldım. İyi ki tanımışım Yaşar Bey’i... Ülkemin geleceği konusunda ümitlerim arttı onu tanıyınca... Malatyalı, ODTÜ mezunu, kendini müthiş yetiştirmiş bir mühendis. Uzun senelere dayanan Aselsan tecrübesine yurtdışı deneyimleri de eklenince güzel bir sonuç çıkmış ortaya: tecrübeli, yetenekli, girişken ve cesur bir işadamı... Ve tabii, Venüs’e bir servet yatırmış, ama ortaya gerçekten bir eser çıkmış... Tam, üç ayrı mimar çalışmış Venüs’te... Binanın bir kısmını iki ayrı mimar tasarlarken, restoranı farklı bir mimar tasarlamış. Ve sonuç mükemmel olmuş.
Sabahtan uyanınca doğruca o güzel restorana attık kendimizi kahvaltı için. Ay, pek zevkli döşemişler mekanı... Büfe de bayağı zengin. Keyifle kahvaltı ederken, denizi de seyrettik pek hoşlandım bu işten... Atilla Karaduman, “kardeşim ne zaman görüşeceğiz?” diye sıkıştırıyor bir taraftan. Neyse onu telefonda ikna ettim ve doğru kaplıca havuzuna daldım... Mekan o kadar güzel ki... Saunayı denedim, arkasından buhara girdim... Sıra geldi Türk hamamına, baktım ki kese var, randevu aldım. İyi ki kese ve köpük banyosuna girmişim. Kendimi bir an cennette sandım! Huri gibi bir kız, incitmeden derimi bir kat soydu! Arkasından daha önce hiç görmediğim bir şekilde yumuşacık ve incecik kocaman tülbent bir torbadan üzerime köpük sıktı. Ama, o köpüğü anlatamam size... Geleneksel beyaz sabun kokusu, havada uçuşan değil, vücuduma hoş gelen tarifi olmayan bir köpük... Çıktığımda bulutların üzerinde geziyormuşum gibi hissettim. Bir taraftan da, bu kadar hijyenik ve iyi bir ortamı nasıl bulup, tekrar yaptırabilirim diye düşünüyordum.
Atilla Karaduman, Altınoluk’da oturuyor ve oraları çok iyi biliyor. Bizi o kadar güzel gezdirdi ki... Basit bir balıkçıya götürdü örneğin. Balığı seçiyorsunuz adam sizin için pişiriyor ve hemen oracık da yiyorsunuz. Mevsimi olduğu için biz sardalya ızgara yedik. Yani, bir yiyecek ancak bu kadar taze ve lezzetli olabilirdi... Hepimiz bayıldık.. Adamın salatası da taze ve lezzetliydi... Bir de oralar zeytinyağı memleketi ya, herkes zeytinyağı kullanıyor ve olayın boyutları çok değişiyor o nedenle.
Kaz dağlarında mübadele ile gelen Giritlilerin yanısıra, Tahtacı, Yörük gibi daha önce göçer, şimdi yerleşik olan Türk boyları oturuyor. Çoğu Alevi olduğu için, pek güzel Cem evleri var. Bir de Altınoluk kıyıda Alevilerin işlettikleri lokal bulunuyor. Sayfada gördüğünüz bazı fotoğrafları oradan çektim. Manzara güzel ötesi...
Kaz dağlarının eteğindeki Altınoluk köyüne de götürdü Atilla bizi. Buranın orijinal adı Papazlıkmış. Tepede, koskocaman ağaçların altında pek güzel bir kahvede oturduk. Oranın yerel yemeği olan hafif kızartılmış ekmek, sarımsaklı yoğurt ve kıymadan oluşan şahane bir yemek yedik. Oturduğumuz  Eski Köy isimli kahvenin sahibi de pek hoş bir hanımdı. Çay, kahvenin yanısıra ev yemekleri de servis ediyor. Papazlık/Altınoluk tepede olduğu için şahane bir de manzara var. Ancak, o kadar çok elektrik teli var ki, çektiğim fotoğrafları görüntü kirliliği nedeni ile sayfaya koyup koymama konusunda kararsız kaldım.
Seyahat sırasında pek sevdiğim mekanlardan birisi de dibek kahvesi içtiğimiz, Küçükkuyu’daki Cafe Mola/Süt Ahmet’in yeri idi. Balıkçı barınağının içinde yer alan Kafe, Süt Ahmet’in ailesi tarafından işletiliyor. İkram edilen Türk kahvesi iki çeşit... Birisi normal kahve, diğeri dibek kahvesi. Sipariş verirken dibek kahvesi istiyorum diye belirtmeniz gerekiyor. Süper lezzetli kahvenin önemli özelliğinden birisi de içtikçe köpüğünün kaçmaması, sıvının azalması oranında köpükte değişiklik olmaması. Yani siz, kahveyi içtikçe köpük yok olmuyor, fincanın dibine kadar köpüklü kahve içiyorsunuz. Benzer kahveyi bir de Sivas’ta Çerkez’in kahvesinde içmiştim. Onun da köpüğü, sıvının azalması oranında dağılmıyordu. Biz, yemek yazarları o kahvenin içinde köpüğün kalıcılığını sağlayan bir katıngı olduğunu düşünmüştük. Şimdi anlıyorum ki köpük, kahvenin hazırlanışıyla ilgili, yani ham maddesi ile ilgili... Küçükkuyu’da içtiğim dibek kahvesinin kahvesi İstanbul’dan geliyormuş, içinde de katıngı filan yok! Sivas’daki Çerkez’in kahvesine –vaktinde Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal’de aynı kahveden içmiş- çok haksızlık etmişiz! Türk kahvesi için bir iki bilgi daha yazmak istiyorum: Kahve ithal eden pek hoş genç bir hanımla tanıştım. Bana kahve ikram ederken, ne tür kahve istediğimi sormuştu. Ben de: filtre kahve tercih ederim demiştim. Kahveden anlıyorsunuz diye beni yüreklendirmişti... Meğer, bizim Türk kahvesi yaparken, damak tadımızın alışkın olduğu kahve, Brezilya’da çıkan en kalitesiz kahveymiş! Zamanından beri, o kahve ithal edildiğinden biz, o tada alışmışız... Ünlü kahve firmaları, kaliteli kahveden Türk kahvesi üretmişler, kimseye içirememişler! İçerisinde bulunduğumuz mevsim, Brezilya’a ilk bahar aylarına denk geliyor. Kahveler çiçek açtı bile... Çiçekleri yasemin gibi kokuyor ve sadece bir gün yaşıyor, tıpkı, yaseminin çiçeği gibi.
Konu, kahveden açılınca dayanamadım, konuyu oraya yoğunlaştırdım. Size gelecek yazıda, Zeytinbağı Butik Oteli’ni ve Erhan Şeker’in aşçılığını anlatacağım.


Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net