1 Eylül 2014 Pazartesi

Kalbinle düşün aklınla hisset !

Bu, deyiş  Prof. Dr. Yankı Yazgan’nın kitabının ismi... Marmara Üniversitesi ergen psikolojisi emekli öğretim üyesi olan Yazgan, 8. Füsun Sayek Festivalinde aynı başlık altında çok güzel bir konuşma yaptı. Sözlerine başlarken,  “Yazlık bir yerdeyiz içinizi karartmayacak aydınlık konulardan ama bir taraftanda hayatın gerçeklerinden konuşalım” dedi.


Yazgan sözlerine devamla: “Ben psikayastristim, hem yetişkin hem çocuk hem de ergenlerle çalışıyorum. Araştırma alanlarım: beyin bilimleri, genetik konularla çok ilgiliyim. Aynı zamanda soğuk gibi görünen insan beyninin işleyişi ve bunun gündelik hayatımızdaki yaşantılarımızla ilişkisi her zaman ilgimi çekti. Bu ikisini birlikte araştıran, genellikle de insanların gündelik yaşantılarındaki sorunlarla veya gelişimlerindeki bir takım aksaklıklardan giderek başka insanlar için anlamlı olabilecek bilgiler üretebilir miyim? Ona bakıyoruz. Bizim yaptığımız iş bu. Sizin çektiğiniz sıkıntıdan bir ders çıkarıyoruz. Bu sıkıntıyı başkaları çekmesin diye ya da çekerlerse en azından bilinçli bir şekilde çeksinler diye yapılan bir iş yapıyorum. Bilgi, başkalarıyla paylaşmak ve insanların yaşamlarını kolaylaştırsın diye var. Bugün birazcık onunla ilgileneceğiz.
                Peki bu kalbinle düşün, aklınla hisset, nedir? Önce, sizler benden neler duymak istiyorsunuz, onu bir duymak istiyorum. Şimdi, sizden gelen konu isteklerini herkes duysun diye ben yüksek sesle tekrar edeyim.
* Ergenlerle başetmek popüler bir konu.  Neden başedemediğimizi konuşursak daha iyi olur. Başedilemez bir durumla karşı karşıya olduğumuzu kabul edince insan rahatlıyor. Neyle başedebiliriz? Ne ile başedemeyiz?  Birazdan yağmur yağabilir, başedebilir miyiz? En fazla içeri kaçarız. Yağmurun yağmasını durduramayız, ama içeri kaçma şansımız var. Ya da şemsiye açma şansımız var.
* Geriatri demeyelim ama yaşın değişimi ile ilgili konuşalım.
* Ergen problemi neden bu kadar ilgi çekiyor? 12-18 yaş arası ergenler tıpta bir uzmanlık alanı. İmtihana girip, sertifika bile alıyorsunuz.
* Tükenme, yaşlanma, mutluluk ve toplumun mutluluğu. Mutlu birey diye sormuyorsunuz değil mi?
* 10 bin yıl önceki atalarımız bizimle aynı düşünce sistemi içinde miydiler?
* Toplumun mutluluğu konusunda psikolog ve psikiyastristlere müracat neden rekor şekilde arttı?
* İçe kapanıklık.
* Dağınık bir beynin konsntrasyonu nasıl olur? Hepimizin dikkati dağılabiliyor.
* Bellekte yer, eski birşeyi atmakla sağlanır. Konsantre olmadığımız şeyi aklımızda tutamıyoruz.
* Eğitimin ya da başkalarının bizi yönlendirmesinin duygusal yaşamımıza etkisi nedir?

                Mutluluk, güven, sevme gibi o kadar evrensel şeylerden bahsediyor ki, bu konularda herhalde konuşmamış düşünmemiş hiç bir kimse yok. Hatırlamaya da bir şeye ilgi göstermek, konsantre olmayı öyle açıklayabiliriz.
İçe kapanıklık şu demek: Başka insanlarla yakın ilişkide olmamak.. Bir sosyal ilişki kurmak gibi aslında hepimizin gündemine ne kadar benzer, ortak olduğunu gösterir. Bunların bir kısmı, kendimizle çocuğumuzla ilgili, bir kısmı ise toplumla sınırlı olan. Acaba insanların birbirlerine güven duyduğu toplumsal bir yapıya nasıl kavuşabiliriz? Esasında psikolojik kaygılarımız sadece kendimizle ilgili değil, çünkü dünyada yalnız değiliz. Bizim dışımızda insanlar var. Tıpkı sizler olduğunuz için benim konuşmam gibi. Aslında tanımıyoruz birbirimizi ama sırf insan olduğumuz için. Siz bana bir soru sorduğunuzda CV’nizi, ya da sabıka kaydınızı, başka bir takım detaylarınızı sormuyorum. Sadece ikimizde insan olduğumuz ve aynı dili konuştuğumuz için şu anda birbirimizle ilişki içerisindeyiz. Baktığınız zaman insanlar dünyaya niçin gelir? Bir bebek dünyaya geldiğinde ne yapar diye sorduğunuzda bunun cevabı nedir?  Nefes alır, ağlar ve etrafa bakar... Bakmak bizim ilk yaptığımız sosyal eylem..
İçe kapanık diye tanımladığımız insanların bir bölümü, onun yüzüne baktığınızda başka yere bakar, sizin gözünüzün içine bakmaz. Konuştuğumuz konuların büyük bölümünü yaşamımızın temel unsurlarıyla ilgili olduğunu görüyoruz. Bir bebek dünyaya geliyor, ağlıyor, meme emiyor, kakasını yapıyor vesaire... Aynı bu tür fizyolojik fonksiyonlar gibi, psikolojik fonksiyonlarda örneğin gülümsemek... Kaç haftalık bebekler gülümser? 6-8 haftada gülümser, 3 aylıkken gülümsememişse problem var demektir. Bu kadar kesin nasıl biliyoruz? Bir doğa olayından bahsediyoruz. O nedenle psikolojik yapımız olarak kabul ettiğimiz özelliklerimiz bir anlamda sadece öğrenme ve yetiştirmenin etkisine bırakılmayacak kadar  ciddidir.
Üç aylık bir bebeğe annesi ona gülümsediğinde onunda karşılığında gülümsemesini ya da annesinin suratı asıksa dığıldayarak, gıgıldayarak onu gülümsetmeye çalışmasını öğreten bir okul yok. Birçok süreç, psikolojik olarak doğal yapılarda, otomatik olarak kimsenin öğretmesine gerek kalmadan bu nedenle kalbinle düşündün; beyin lafını; kalbimiz bizim irademiz dışında çalışıyor, kalbimizin atışını kendimiz ayarlamıyoruz.
Meditasyonla filan biraz kontrol etmek mümkün ama, çok hoşunuza giden biriyle karşılaştığınızda kalbinizin atması, ya da korktuğunuzda, hadi bi kalbimi çarptırayım diye yapmıyorsunuz. O nedenle psikolojik işlevler hakkında düşünürken bu bellek olsun, sevmek olsun, dışa dönüklük olsun, mutlu olmak olsun biz düşünüyoruz ki biz istersek olur, istemezsek olmaz... Birine gülümsemeyi bize kimse öğretmiyor.



Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net