20 Mayıs 2014 Salı

146 sene ara ile iki ev

Soma felaketini çoğu kimse gibi ben de yakından izledim. Bir dolu acı hikayenin yanısıra, acil yardım edilmesi gereken durumlar da vardı. Bir üniversite öğrencisi kız vardı, adını bile kaydedemediğim. Babası, onu Boğaziçi Üniversitesi’nde okutabilmek için maden ocağında çalışıyormuş. Babası faciada ölünce, Boğaziçili kızın ve erkek kardeşinin okul durumu etkilenmiş. Bugünler, çoğu üniversitelerde sınav günleri... Bu kızın acilen okuluna dönüp, sınavlara girmesi gerekir. Büyük olasılıkla cebinde Soma’dan İstanbul’a dönebilecek yol parası bile yok... Bir an önce bu kızı bulup, yardımcı olmak gerek.


Bu tür felaket anlarında yardım vadeden, büyük sözler veren çok kuruluş veya kişi vardır. Kişisel deneyimlerime göre, bu sözlerin çoğu yerine getirilmez. Bizzat takip ettiğim, peşine düştüğüm birkaç vaad oldu ve sonu hüsrandı... O nedenle “Soma felaketinde ölen bütün madencilerin halen hayatta olan ve doğacak çocuklarını okutacağız” vaadleri kulağa çok hoş gelmesine rağmen, ne kadar gerçekleşir bilemiyorum.
Aileden üç kişinin Soma madeninde çalıştığı ve ikisinin felakette yitirildiği bir ev gördüm televizyonda. Yerde çaput kilimler... Oturmak için tahta bir sedir ve plastik sandalye görünüyordu ekranda... Büyük olasılıkla ev, kendi mallarıydı ama belli ki çok yoksuldular. Yani madende çalışıp, ancak başlarını sokabilecekleri ev yapabilmişlerdi. Gerisi yoktu... Şu sıralarda yazdığım bir kitap için 19. Yüzyıldaki Antep’i inceliyorum. 1868 yılında Antep’e gelen misyoner bir hanımın gözlemlerini anlattığı ve bunu Amerika’daki merkeze rapor ettiği bir mektup buldum. Misyoner Hanım, -yazmamış- herhalde bir Ermeni ailenin evine misafir olmuş Antep’te. Gördüklerini şöyle ifade ediyor: “Odanın tabanında bezden yapılmış kilimler vardı. Basık ve hafif loş odanın ortasında yerde, bir çukur; çukurun içinde mangal ve üzerinde keçi kılınan yapılmış battaniye vardı. En soğuk havada bile ısınma, ev halkının bu battaniyenin altına girip, ayaklarını uzatarak, yani sadece ayaklarını ısıtmasıyla gerçekleşiyordu. Evin babasının üzerinde paçavralardan yapılmış uzun bir ceket vardı. Baba da paçavra ceketini çıkarmadan, ayağını kıl battaniyenin altına sokup, diğerlerine göre daha avantajlı şekilde ısınıyordu.”
Durumu özetlersem şunu demek istiyorum: 1868’deki Antep’in yoksul evi ile, 2014’ün Soması’ndaki yoksul evin pek bir farkı yok aslında...Günümüzden 146 sene önce, ülkemizin Güneydoğusu’nda Antep’te yoksul, yani halkdan herhangi birinin evi...Ve 2014 senesinde ülkemizin batısında Soma’da bir ev... Evlerin tabanında çaput kilimler serili. Çaput kilim, eski bez parçaları veya paçavraların bir araya getirilip dokunmasıyla elde edilen bir örtü. Bugünki koşullarda paçavradan değil, petrolün yan ürünü bir çeşit iple dokunuyor. Tabana serilebilecek en ucuz örtüyü anlatmaya çalışıyorum. 1868 de Antep’deki yoksul evde oturacak herhangi bir sandalye veya sedir yok, misafir, minderin üzerine oturuyor, hava soğuk ise üzerine örtmesi için keçi kılından battaniye veriliyor. Tabanda ise ısınmak için mangal var. 2014 Soma’sında yerdeki petrol yan ürünü iplikle yapılmış kilimin üzerinde tahta bir sedir ve plastik sandalye var. Yoksul evinde misafirlerin de kabul edildiği odada 146 senede ki gelişme tahta bir sedir ve ucuz plastik sandalye olmuş... Hemen birşey ilave edeyim, 1868’deki Antep’de misafirin altına serilen minderin neden yapıldığını da bilmiyorum. Yünden veya paçavra parçalarından yapılmış olabilir.
Misyonerlerin düzgün not tutmaları, Amerikadaki merkeze muntazam mektup göndermeleri sayesinde 1830’lardan itibaren Antebi anlatan onlarca sayfa döküman var Amerikan kütüphanelerinde. Bu mektup ve raporlarda misyonerler kendi dini çalışmalarının yanısıra, yerel halk hakkında bilgi ve gözlemlerini de anlatıyorlar. Misyonerler, Protestanlığı yaymak için daha ziyade Ermenilerle muhatap olmuşlar. Aslında Amerikalı misyonerlerin de, Antepli Ermenilerin de hıristiyan olduklarını, ama misyonerlerin ayrı bir mezhep olan Protestanlığı yaymaya çalıştıklarını bilmeyen okurlarım için yazmam gerek. Protestanlığı yaymak için misyonerlerin ilk yaptıkları kendi evlerinde, -izleyici artınca daha büyük evlerde- okul açmak... İlk açılan okullar daha ziyade dini okullar. Okuma yazma ve genel hayat bilgisi öğretiliyor. Öğretilen dersler, tarih coğrafya değil... topluma lider olabilecek, Protestanlık hakkında geniş bilgi sahibi kişiler yetiştiriyorlar. Yetiştirilen kişiler çok etkin şekilde Protestanlığı Ermeniler arasında yayıyorlar. Cemaat çoğalınca bu sefer genel kültür dersleri, tarih, coğrafya hatta tıp eğitimi verebilecek yüksek kurumlar açıyorlar. Bu sırada eğitilmiş genç kadın ve erkek nüfusu meydana geldiği için Antep Ermenileri batıya açılıyorlar. Ve yeni iş sahaları dolayısiyle kazanç yolları ortaya çıkıyor. Buna verebileceğim en somut örnek, Antep işi nakış... Nakış işlemeyi yaygınlaştırıp, hem dul ve yetimlere hem de bu işin ticaretini yapan insanlara gelir kapısı açıyorlar. Nakışı aynı zamanda dışarı ihraç edip, yeni bir ticaret dalı da yaratıyorlar. Gelir artınca refah seviyesi artıyor, bugün Beymahallesinde gördüğünüz güzel evler yapılıyor. 
Bardağın sadece boş kısmını gördüğüm söylenebilir. Ama, aklı başında alınan eğitimin insanların insanları fukaralıktan kurtardığı da bir gerçek. O nedenle Antep’ten 1800’lü yıllardan örnek verdim.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net