16 Aralık 2013 Pazartesi

Duvarın içindeki kadın

Vahe Habeşiyan, isminden de anlayacaksınız Lübnanlı bir Ermeni, Amerika’da yaşıyor. Hayatını editörlük yaparak kazanıyor. Vahe, Armen Aroyan gurubu ile Mayıs 2013’de gelmişti. Çok sempatik, bilgili, şirin, tam benim arkadaşlık edebileceğim türde bir insan. Vahe, kız arkadaşının İstanbul’daki bir kongreye katılması nedeni ile Sonbaharda tekrar geldi, ben de yemeğe davet ettim. Pek bir anlaştık, güzel bir dostluk oluşturduk kendisiyle. Çok değil, bir hafta önce ‘Armenian Weekly/Haftalık Ermeni Bülteni’ isimli dergide “Duvarın içindeki kadın: İnsanların, yerlerin ve eşyaların hikayesi” başlığı altında aşağıdaki yazıyı yayınladı. Tercüme ederken, bir kez daha farkına vardım ki, çoğumuzun empati–kendisini karşısındakinin yerine koymakden haberimiz yok!


                Murad Uçaner’in Kayacık Mahallesi’ndeki restorasyon sırasında duvarın içine gömülmüş bir fotoğraf bulup, hayatının değiştiğini biliyordum! Hatta, zaman zaman bunu yazmayı da düşündüm! Ama aşağıdaki bir kısmını tercüme ettiğim yazıyı okuyunca, aslında bu yazının bir Ermeni tarafından yazılmasının daha doğru olduğunu düşündüm. Öyle ya, başından beri olayı, fotoğrafı ve en önemlisi de fotoğrafın gerisindekileri ben nasıl bilip, hissedebilirim ki?
Buyrun Vahe’nin yazısını bir kısmını birlikte okuyalım:

                “... 2005 yılında Murad isimli Türk Usta, eski bir evde tahta panelin arkasına gizlenmiş duvarın içinde toza bulanmış bir kartpostal bulur.
                Bu kartpostal şeklinde bir fotoğraftır.  Siyah-beyaz fotoğraftaki, uzun siyah elbise giyen kadın, sağ elinde bir tabanca, sol elinde ise bir tüfek tutmaktadır. Göğüs ve bel kısmında fişeklik sarılıdır. Fişekliğinde çok sayıda kurşun vardır. Ayrıca sol göğsünün üzerinde deri bir bronş veya madalyon bulunmaktadır.
                Kartpostalın sol alt köşesinde kabartma yazı ile “M.H. Hallaçyan” ve sağ alt köşede de “Aintab, Küçük Asya” yazılıdır. Kartpostalın arkasında ise Murad’a gayet yabancı gelen bir yazı, ama tanıdık gelen bir rakam vardır: 1910.
                2013 senesinin Mayıs ayında Antep’e gittik. Ben karışık duygular içerisinde bugün Kurtuluş Cami olanMeryem Ana Kilisesi’nde gezerken, -çoğu Ermeni Kilisesi’nde mihrabın üzerinde ya bir kumru sembolü, ya da bir harf vardır-. Bu semboller, sırası ile kutsal ruhu ve tanrıyı temsil eder. Hangisi vardı bilmiyorum ama, şimdi/şu durumda Cami olmuş haliyle bu şekillerin hiçbiri net olarak seçilemiyor. Sadece izleri görünüyor. Genellikle dini bir sembole, ister Hristiyan, ister Ermeni veya başka birşey olsun yakınlık duymam. Ama şu andaki Kilisenin Camiye çevrilmiş durumunda, içi boş madalyon olarak duran ne? İçerliyor muyum? Yenilgi mi? Kızgınmıyım? Hayal kırıklığı mı? Keder mi? Bütün bunlar ve daha isimlendiremediğim, kavrayamadığım nice duygularımla başbaşa kaldım.
                Tüm çok eski ve eski olmayan kültürler sembol, nazarlık ve tılsım kabul ettikleri objelere çok değer verirler. Zira bu şekilde iktidar güçlerinin kalıcı olacağına, hem fizik hem ruhani dünyaya nüfuz edeceklerine inanırlardı.
                Cami-Kiliseyi gezerken, aramıza bir yabancı katıldı. Armen, Antepli Murad’ı bazılarımızla tanıştırdı. Uzun boylu, zayıf, bıyıklı, koyu renk saçlarını at kuyruğu olarak arkada bağlamış bir Türk. Rahat ve kendinden emin bir ifadeyle Armen’le konuşmaya başladılar. Murad, bana kahve ve sigara tiryakisi birisi izlenimi verdi. Tam da cami-kilisenin ortasında durup konuşurken Murad çantasından bir tomar kağıt çıkardı. Sonra da izah etti: “O kağıtlar, ‘Ayıntapi Goyamarde/Hayatta kalmak için Anteb’in Savaşı” isimli Ermenice,  A. Kesar tarafından 1945’de yazılıp, Hairenik Yayınevi tarafından yayınlanmış bir kitabın fotokopisi idi. Kitabı biliyordum, 1920-21 sırasında Türklerle Ermeniler arasındaki savaşı, Ermeni savunmasını anlatıyordu. Ben de Hairenik Yayınevi’nde uzun yıllar önce çalışmıştım. Yayınevinin Watertown’daki binasını hatırladım.
                Kitabın kapak kısmına alınmış notlardan Murad’ın kendi kendine önce Ermeni alfabesini öğrendiği, sonra da çeşitli sözlüklerden faydalanarak Ermenice metni Türkçeye çevirdiği anlaşılıyordu.
                İşte buna inanamıyorum! Gerçekten mi? Neden? Nasıl yani? Bir Türk, Ermeniceyi, aradan yaklaşık bir asır geçmiş ve doğduğu kente ‘gazilik’ kazandırmış bir savaşa, sırf Ermeni bakış açısının ne olduğunu anlamak ve tercüme etmek için mi öğrenir?
                Olay yeri: Camiye çevrilmiş ve ironik olarak ‘Kurtuluş’ olarak isimlendirilmiş, el konulmuş bir Ermeni Kilisesi! Meseleyi daha da karmaşık yapıyor. Bir Türk, tüm samimiyeti ile Ermenice metni Türkçeye çeviriyor. Asıl  niyeti gizlemeden, herşeyi olduğu gibi yalın haliyle sunmak. Özgürleştirerek yani...
                Murad, elektrik mühendisliği eğitimi almış. Tanışmamızdan iki ay sonra bana, gerideki hikayeyi anlatan şu e-maili gönderdi: Bir zamanlar ben restorasyon yapıyordum. Ermeniler ve evler konusunda bilgim yoktu. Ama evlerin Cumhuriyet, yani 1923 sonrası sahiplerini biliyordum. Kayacık bölgesindeki bir evin ahşap restorasyonunu yapıyorduk. Bu evin yedi odası bir de büyük oturma odası vardı. Önce, evin alt katındaki küçük odadan başladık. Odanın tüm duvarları Antep’te ‘nacarlı’ denilen tahta ile kaplıydı. Ancak, tahta kaplama, rutubet nedeni ile büyük zarar görmüştü.
                İşte, tahtaları duvardan söktüğümüz  sırada, keymık taşı ile tahta doğramanın arasından bir kağıt çıktı. Elime alıp, dikkatlice baktığımda bunun bir kağıt değil, tozla kaplanmış bir fotoğraf olduğunu gördüm. Fotoğrafı temizleyince, elinde silahlar olan genç bir kadın olduğunu fark ettim. Fotoğrafın altındaki Aintab Küçük Asya yazısını ve M.H. Halladjian nı okuyabildim. Halladjian’ın fotoğrafçı olduğunu tahmin ettim, arkasına baktım sadece 21....1910 yazısını okuyabildim.
                Evet, fotoğrafın arkasındaki yazıyı okuyamadım. Yazıyı Arap harfleriyle yazılmış sanıp, bilen birisine gösterdim. Gören arkadaş, yazının Arap harfleri olmadığını, Ermeni harfleri olabileceğini söyledi. O sırada Antep’e gelen bir Ermeni aileye gösterip yazıyı tercüme ettirdim.
                Tercüme şöyle: Merhum Kevork Çavuş’un karısı, dul Heghine. Mr. Hovhannes ve Mrs.Piranian’ın hatırası 21 Temmuz 1910 A.R.F. Antep.
                Bu tercümeden önce “M.H. Halladjian, kim? demiştim. Tercümeden sonra soru sayısı arttı. Bu kadınlar ve erkekler kim?  Daha sonra, Antep’in tarihini araştırmaya karar verdim. Bu sırada sene 2005 idi.
                Daha sonra Armen Aroyan’la tanıştım. Bana K. Sarafian tarafınan yazılmış “Kısa Antep Tarihi” kitabının fotokopisini verdi. Bu kitabı okuduktan sonra Ermenice öğrenmeye kadar verdim. Zira, Antep tarihi Ermenice öğrenmeden araştırılamaz ve anlaşılamazdı. Şimdi, sözlük yardımı ile Ermenice okuyorum ve anlıyorum.
                Bu yazıyı tercüme ettikten sonra Murad Uçaner’e sordum, meğer, nüfusta Murat yazıyormuş, kendisi dil uyumuna kolaylık sağlasın diye Murad’ı kullanıyormuş... Yukarda sözü geçen tercüme kitabını yayınevine gönderdi. Şimdi hep birlikte kitabın piyasaya çıkmasını bekleyelim.

Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WELAJANS Web sitesi çözümleri; Sizin de bir web siteniz olabilir. ->>> htt:// www.sitepaneli.net